Sosyal Anksiyete Bozukluğu
- Elif Gerçek
- 30 Haz
- 6 dakikada okunur
Sosyal Anksiyete Bozukluğu (SAB) Nedir?
Sosyal Anksiyete Bozukluğu (SAB), DSM‑5’e göre “bir veya birden çok sosyal durumda başkalarının incelemesine maruz kalma korkusu” olarak tanımlanır. Kişi, “Utanç verici bir şey yaparım, rezil olurum”, “yanlış yaparım kesin herkes de bana güler” gibi endişelerle bu durumları ya yoğun kaygıyla yaşar ya da tamamen kaçınır. Bu kaygı, sıradan utangaçlıktan ya da topluluk önünde heyecanlanmaktan farklıdır. Sosyal kaygı bozukluğu yaşayan kişiler için bu durum, hayatın birçok alanında işlevselliği bozacak düzeye gelebilir. Yani, kişi günlük yaşamını bu kaygıyı hayatının merkezine koyarak planlar ve bunun sonucunda da gerçekten haz alarak yaşayacağı bir çok durumdan mahrum kalmış olabilir.
DSM-5 tanı kriteri kitabına göre semptomların en az altı ay sürmesi ve kişinin iş, okul veya sosyal hayatını ciddi biçimde etkilemesi gerekir. Fakat bir tanı ile ilerlemek için DSM-5 kriterleri tek başına yeterli değildir. Mutlaka bir uzman görüşü ile bu kriterler değerlendirilmeli ve gerekli klinik gözlem yapılmalıdır.

Şema Terapi Gözünden Sosyal Anksiyete Bozukluğu
Sosyal kaygıyı sadece “çekingenlik” ya da “toplum önünde heyecanlanmak” olarak düşünmek eksik olur. Çünkü bu "çekingenlik" kişinin hayatını etkileyecek ölçüde adeta kişiyi esir almış durumdadır. Hayatın gidişatını kişi değil, bu kaygı ve endişe yönlendirir.
Özellikle şema terapi yaklaşımına göre, sosyal kaygının altında çoğunlukla erken çocuklukta yaşanan bazı duygusal eksiklikler ve olumsuz deneyimlerle gelişen kalıplaşmış düşünce kalıpları yani şemalar yatar.
Bu şemalar, yetişkinlikte sosyal ortamlarda ya da başkalarının değerlendirmesine açık durumlarda tetiklenir ve kişiyi yoğun kaygıya sürükler. Yani, aslında sosyal anksiyete şema terapi gözünden sadece o an yaşanan bir durum değil, geçmişten gelen eski yaraların bugünkü sosyal ilişkilerde kendini yeniden göstermesidir.
Sosyal Kaygıda Sık Karşılaşılan Şemalar
Şema terapide sosyal kaygısı olan kişilerde en sık gördüğümüz şemalar şunlardır:
Kusurluluk / Utanç:Kişi, içten içe yetersiz, eksik ya da utanç verici biri olduğuna inanır. Sosyal ortamlarda bu yanının ortaya çıkacağından ve küçük düşeceğinden korkar.
Dışlanma / Aidiyet Eksikliği:Başkalarının arasında kendini yabancı, ait değilmiş gibi hissetme eğilimi.
Aşağılanma / Alay Edilme:Diğerlerinin kendisini küçümseyeceği, dalga geçeceği ya da eleştireceği korkusu.
Onay Arayıcılık:Sevilmek ve kabul görmek için sürekli başkalarının beklentilerine göre davranma ve beğenilme çabası.
Bunlara ek şemalar da olabileceği gibi, kişi burada yazan bazı şemalardan hiç etkilenmemiş de olabilir.
Sosyal Anksiyete Bozukluğu (SAB) Ne Zaman ve Kimlerde Ortaya Çıkar?
SAB genellikle ergenlik başında, sosyal kimlik ve benlik algısının şekillendiği dönemde ortaya çıkar. Ancak çocuklukta da “akranlar karşısında susma” "akranlarına oyuna dahil olmayı soramama" "sürekli tek kalacağı (bilgisayar oyunları gibi) ve etkileşimin az olduğu ortamlarda zaman geçirme) veya “oyun parkında yalnız kalma” gibi belirtilerle kendini gösterebilir. Genetik yatkınlık, travmatik sosyal deneyimler ve yüksek nörotisizm (duygu regülasyonunu sağlayamama) gibi kişilik özellikleri riski artırır.
Sosyal kaygı, hem zihinsel (duygusal), hem bedensel (fiziksel), hem de davranışsal belirtilerle kendini gösterir:
Fiziksel:
Kalp çarpıntısı
Terleme
Yüz kızarması
Nefes darlığı
Titreme
Mide bulantısı
Kas gerginliği gibi semptomlar kendini gösterebilir.
Duygusal:
Aşırı utanç,
Reddedilme korkusu,
Kendine güven eksikliği
Yoğun kaygı, huzursuzluk
Utanma, mahcup hissetme
Endişe, gerginlik
Kendine ve dış dünyaya karşı öfke gibi semptomlar kendini gösterebilir.
Davranışsal:
Sosyal ortamlardan kaçınma
Kalabalıkta konuşmaktan çekinme
Yabancılarla iletişim kurmama
Topluluk önünde konuşma korkusu
Yeni insanlarla tanışmaktan kaçınma
Göz teması kurmama
Romantik ilişki kurmak için adım atmak
Memnun olunmasa da sırf "tanıdık" diye sevilmeyen insan toplulukları ile hayata devam etmek (kişi için yeni ortamda var olmak duygusal olarak çok "zor" ve dayanılmaz olacağından, kişinin memnun olmadığı toplulukla hayata devam etmesi daha "kolay" bir seçenek olabilir)
Sosyal etkinliklere katılmama veya zoraki katılma ve “erken çıkma” “kendini göstermeme” eğilimi yer alır.
Günlük hayattan bir örnek vermek gerekirse; iş görüşmesine davet edilen biri, toplantı odasına adım atmadan önce saatlerce “ya heyecanlanırsam, sesim titrer, saçmalarsam” diye kendini yoğun kaygıya maruz bırakır ve en sonunda görüşmeden vazgeçebilir ve bu yoğun kaygı ile karşılaşmamak adına memnun olmasa da iş yerinde "tanıdık" olduğu için var olmayı sürdürebilir. Ya da uzun yıllar sonra yapılacak lise grubu arkadaş buluşmasına gitmek yerine, “Herkes benim saçma olduğumu düşünür” "liseden bu yana çok çirkinleştim beni beğenmeyebilirler" kaygısıyla evde kalmayı tercih edebilir. Yani sosyal ortamlardan çeşitli bahaneler sunarak kaçınır, eğer katılması zorunlu bir yer varsa da insanlarda minimum etkileşimle bu ortamda bulunarak, bir an önce bitirmenin yollarını arar.

Sosyal Anksiyete Bozukluğu Neden Olur?
Tek bir nedeni yoktur. Genellikle biyolojik (genetik), psikolojik ve çevresel etkenlerin birleşimiyle ortaya çıkabilir:
Genetik yatkınlık: Ailede kaygı bozukluğu öyküsü olanlarda daha sık görülebilir.
Öğrenilmiş deneyimler: Çocuklukta alay edilme, dışlanma, utandırılma gibi yaşantılar.
Bilişsel eğilimler: Kişinin olumsuz değerlendirilme, hata yapma ya da küçük düşme ihtimalini abartılı şekilde algılaması. Bilişsel yanılsamalar ve "uyum bozucu şemalar".
Kişilik özellikleri (mizaç): Çekingen, nevrotik, içe dönük ya da mükemmeliyetçi yapı.
Ayrıca comorbid (diğer problemlere bağlı ve birlikte oluşan) bir şekilde de ortaya çıkabilir. Mesela "yaygın anksiyete bozukluğu" ve "depresyon" ile baş eden bir kişi, buna bağlı olarak sosyal fobi de yaşayabilir. Birinden biri tedavi edildiğinde genelde diğer şikayet de ortadan kalkar.
Sosyal kaygı, genellikle kendiliğinden gelip geçen bir his değildir. Çoğu zaman belirli bir döngü içinde ilerler ve kişi bu döngüye farkında olmadan sıkışır. Bu döngüyü anlamak, hem kaygının nasıl büyüdüğünü görmek hem de nerede müdahale edebileceğimizi fark etmek açısından çok önemlidir.
Sosyal Anksiyete Döngüsü Beslenirse Güçlenip Pekişebilir - Döngü Nasıl Başlar?
1) Olay, Ortam, Kişi(ler)
Genellikle kaygıyı tetikleyen bir durum ya da ortam olur:
Bir toplantıda konuşmak
Yeni insanlarla tanışmak
Kalabalık bir ortamda bulunmak
Biriyle göz teması kurmak vb.
Bu durumda kişinin zihninde otomatik olarak olumsuz düşünceler belirir:
“Kesin saçma bir şey söyleyeceğim.”“Herkes bana bakıyor.”“Yanlış yaparsam iş arkadaşlarım arkamdan bana gülecekler.”
Bu düşünceler kaygıyı tetikler.
2) Fiziksel ve Duygusal Tepkiler
Bu düşüncelerin ardından bedensel belirtiler başlar:
Kalp çarpıntısı
Terleme
Nefes darlığı
Ellerde titreme
Yüz kızarması
Duygusal olarak da utanç, mahcubiyet, sıkışma hissi ortaya çıkar.
3) Kaçınma ya da Güvence Arama Davranışları
Bu yoğun rahatsızlık haliyle kişi, ya ortamdan uzaklaşmaya ya da kaygısını azaltacak güvence davranışları yapmaya çalışır:
Sessiz kalmak
Göz teması kurmamak
Sürekli kendini kontrol etmek
Ertesi gün o ortamı analiz edip “rezil oldum mu?” diye düşünmek
Telefona bakmak, ortamdan çıkmak
4) Geçici Rahatlama
Bu kaçınma davranışı kişiye anlık bir rahatlama sağlar. “Neyse ki konuşmadım, rezil olmadım.” gibi.Ama bu kısa vadeli rahatlama, uzun vadede kaygının pekişmesine yol açar.
5) Sonuç: Döngü Güçlenerek Devam Eder
Kişi her kaçındığında ya da kendini güvenceye aldığında beyni şunu öğrenir:
“Bu ortam gerçekten tehlikeliydi ve kaçmasaydım kesin kötü bir şey olacaktı. Neyse ki bu sefer kendimi koruyabildim.”
Bu da sosyal kaygının güçlenmesine ve bir sonraki benzer durumda döngünün daha hızlı ve yoğun yaşanmasına sebep olur.
Sosyal anksiyete bozukluğu, kişi sosyal ortamlardan uzaklaştıkça yalnızlaşma, özgüven kaybı ve mesleki/akademik gerilemeye de yol açabilir. Erken tanı ve düzenli tedaviyle, bu döngü kırılabilir; kişi yeniden arkadaş edinme, romantik ilişkilere adım atma, topluluk önünde konuşma veya yeni iş fırsatlarına katılma cesaretini kazanabilir.
Sosyal Kaygısı Olan Biri Tedavi İçin Neler Yapabilir?
Öncelikle yaşadığı durumun yalnızca kendisine özgü olmadığını bilmesi
Düşünce günlükleri tutarak kaygı anında zihninden geçen düşünceleri fark etmesi
Küçük sosyal adımlarla kendini maruz bırakması (ör. kahve alırken kasiyerle küçük bir sohbet açmak)
Nefes egzersizi, meditasyon gibi kaygı düzenleyici teknikler öğrenmek ve uygulamak (özellikle yoğun kaygı hissedilen zamanlarda uygulayabilmek)
Kişinin yoğun kaygı hissettiği zamanlarda, kendini ve duygu durumunu regüle etmek adına sağlıklı baş etme yolları bulmak. Bu sağlıklı baş etme yollarını yoğun kaygılı dönemden önce bulmak ve pratikte oturtmak gerekir ki "kriz" anında kullanımı ve uygulaması daha kolay olsun.
Gerekirse bir uzman desteği alması gibi adımlar atılması kişiye bu kaygı ile baş etmekte ve süreci daha kolay yönetmesinde yardımcı olabilir.

Sosyal Anksiyete Bozukluğu tedavi edilebilirdir.
Sosyal Anksiyete Bozukluğu Tedavisi Nedir?
Tedavi açısından SAB’da birincil yöntem psikoterapidir. Kişi önce kaygı uyandıran düşüncelerini fark eder, sonra kontrollü maruz bırakma (örneğin önce az tanıdık bir grup arkadaşla sohbet etme) yoluyla bu korkuların üstesinden gelmeyi öğrenir. Gerektiğinde psikiyatrist desteğiyle seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI’lar) kullanılır; ilaçlar kaygıyı hafifletip terapiye daha açık bir zemin hazırlar.
İlaç kullanımı uzman ve danışan iş birliği ile anlaşılarak ve ancak gerek varsa baş vurulan bir yoldur. İhtiyaç dahilinde değilse, kişinin düzenli olarak psikoterapi sürecine katılım sağlıyor olması bu kaygının tedavi edilmesinde yeterlidir.
Şema Terapi Sosyal Kaygıda Ele Alınır? Tedavi Süreci Nasıldır?
Şema terapi sosyal kaygıyı yalnızca bugünkü belirtilerle değil, bu belirtilerin nereden geldiğiyle ilgilenerek çalışır. Öncelikle hangi şemaların aktif olduğunu, bu şemaların hangi yaşantılardan beslendiğini birlikte anlamak önemlidir.
Ardından danışanla birlikte o eski yaşantılara dönülür ve duygusal olarak onarıcı çalışmalar yapılır. Bazen bu, çocukken utandırıldığı bir anıyı yeniden yapılandırmak, bazen de yıllardır iç sesinde yankılanan “Sen yetersizsin” düşüncesine meydan okumak olabilir.
Bu süreçte kişi, şemasının yarattığı otomatik düşünceleri fark etmeyi, kaygı anında hangi modda olduğunu tanımayı ve Sağlıklı Yetişkin moduyla ve sağlıklı baş etme yollarıyla hareket etmeyi öğrenir.
Aynı zamanda tıpkı BDT’de olduğu gibi, sosyal kaygıyı tetikleyen durumlara küçük adımlarla yaklaşma, yani davranış deneyleri ve maruz bırakmalar yapılır. Fakat burada fark, kişinin bu adımları kendi iç sesini fark ederek ve geçmiş şemalarını zayıflatarak atmasıdır.
Sosyal kaygı, tedavi edilmediğinde kişinin sosyal, akademik ve mesleki işlevselliğini önemli ölçüde etkileyebilir. Ancak doğru terapi yöntemleriyle kişi kaygısını yönetmeyi, olumsuz düşüncelerle baş etmeyi ve daha sağlıklı sosyal ilişkiler kurmayı öğrenebilir.




Yorumlar